« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

06 Tem

2015

Yönünü Ve Yörüngesini Arayan Devlet: Türkiye

Cengiz ASLAN 01 Ocak 1970

Giriş

Ulus devlet ve onun unsurları olan farklı ırk ve inançlardaki toplumların birlik ve bütünlüğünü koruma yöntemleri, devletin ve milletin varlığını sürdürmesi için temel bir ihtiyaç mıdır? Toplumların özgürlük ve bağımsızlık sınırları, kamu güvenliği sınırlarını aşarak fertleri küresel yozlaştırmalara açık hale getirmek, küresel kültür emperyalizminin planlı-programlı saldırıları olarak düşünülebilir mi?

Vatikan emrindeki ‘E k ü m e n i k l i k ’devletler birliği, tüm Hristiyan dünyasının ilkesel strateji ve politika birliğini kararlaştırarak, uluslararası ilişkilerde ve çoklu yada ikili anlaşmalarda değişmez uhrevi işbirliğini öncelerken, Türk-İslam Alemi’nin neden böyle bir organizasyon yapısı yoktur veya kurulamamıştır…?

Türkiye’nin toplumsal yapı taşları üzerindeki küresel ölçekli planlamalar ile Türk kimliğinin homojen unsurlarının törpülenip, Türk-İslam kimliğinden uzaklaştırılması konusunda, bölgesel ve küresel ittifaklarla karşı politika gerçekleştirilebilir mi? Türkiye’nin ve özellikle Türkiye’deki esas unsur olan Türklerin, 21 yüzyılda, ‘ h a ç l ı d a r a ğ a ç l a r ı n d a’ asılmak istenmesi için küresel ölçekte gizli ve açık faaliyetlerin sürdürülüyor olması, Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini tehdit edecek boyutlara ulaşmış mı mıdır?

Türkiye, kendi büyük geleceğini kurma noktasında, Türk-İslam Birliği’ne mi yönelmelidir yoksa Avrasya Birliği’ne mi? 21. Yüzyıl gerçekten Türklerin ve İslam âleminin atılım ve birlik yüzyılı olabilir mi? Böylesi büyük hedeflerde Türkiye’nin gücü, rolü ve yapabilirlik kapasitesi nedir?

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının etnik vatandaş kimliğine düşürülmesi ve Türk toplumunun birbirinden hem siyasal hem de kültür olarak ayrıştırılması konusunda iç ve dış etkiler nelerdir? Bu etkilerin toplum mühendisliğini yapanlar ülkemizin ulusal kültür birliğini parçalamak için programlar dayatmakta mıdır?

Kültürel özgürlüklerin sınırı ile kamusal güvenliğin sınırsızlığı bir anayasal sorun mudur? Kültürel özerkliğe doğru everilen toplumların, devletin merkezi kamusal reflekslerini tahrip ederek devlet erkinin denetim gücünü ortadan kaldırması, bir demokratik hak, bir toplumsal uzlaşma mıdır?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kamusal kültür bütünü, ulusal kalkınma plan ve kamu hizmet sektörleri programlarına yönelik akademik araştırma, gözlem ve tespitler ile yapılabilmekte midir…? Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet organizasyonun gerçekten köklü bir dönüşüm ile ‘ y e n i ‘ leştrilmeli midir?

Türkiye, kendine özgü jeopolitik ve stratejik gücünü üniter devlet olmakla mı kazanmıştır yoksa kanton bölgeleri kurarak mı kazanmak istemektedir..? Kendini Batılı devlet sistemlerine uyarlamış olmasına rağmen, doğulu devletler gibi yönetiliyor olması, kronik bir yönetişim sistemsizliği midir?

Türkiye’nin yen sistemi, Avrupa Birliği’ne mi uyarlanacaktır yoksa kendi milletinin kararı ile Avrasya Birliği’nin kurucu gücü içerisinde, doğu medeniyetinin temsilci ve özgürleştiricisi, öncüsü olarak mı modernleşecektir?

Yönünü ve Yörüngesini Arayan Devlet: Türkiye..?

Türkiye, Türk-İslam dünyası ile küresel jeopolitiğini uygulama stratejisinde belirgin tek dayanağı olan kültürel etki gücünü, ekonomik ve askeri güç haline evirebilecek çabaları planlı hamlelerle ve doğal müttefiklerle yapabilme kapasitesini test edebilmekte midir? Bu test sonucunda, İsrail ile müttefiklik çöküntüye uğramış ve ardından Libya, Mısır, Yemen, Irak, Suriye ve İran Türkiye eksenli ‘ neo-Ottomans ’ sunni kuşağının karşına çıkarılmıştır. Türkiye, Türk Cumhuriyetleri ve Rusya ile on üç yıl boyunca ciddi entegrasyona girememiştir. Bunun esas nedeni, Türkiye’nin Ortadoğu istikrasızlığı ile uğraştırılması stratejisidir.

Avrupa ve Avrasya jeopolitiğinin güçler oyunu denkleminde, kendisine biçilen roller ile kendi belirlediği stratejiler arasında gerekli devinim ve istikrarı programları uygulamayan Türkiye’nin ‘ T ü r k D ü n y a s ı ‘ stratejisinin fikri temelleri, Türkiye dışındaki oluşumlar açısından bakıldığında, tutarsız ve ekonomik bağlardan yoksundur. Türkiye kendi içerisinde ve küresel ilişki ve işbirliklerinde yönünü ve yörüngesini tam bağımsızlık ve istikrara dayalı olarak kurama gücünü ve erkini milli kuvveti olarak henüz kendi bünyesinde bulamamış bir ülke olarak duruyor. Ancak Avrasya bölgesi denkleminde bu istikrasız konumu düzeltme imkan ve fırsatını çok büyük atılımlar ile düzeltme potansiyeli vardır.

Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye arasında 3 Ekim 2009'da Nahcivan’da imzalanmış olan Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi, nin uluslararası kuruluş olarak varlığı Türkiye’nin Türk Dünyası ütopyasının fikri temellerinin somut yansımalarla kendi ekseni ve zemininde ilerleyemediğini göstermektedir. Ancak, mevcut kısmı ilerlemelerin etki ve sonuçları bakımından küresel dengeler içerisinde bir ağırlık noktası oluşturup oluşturmadığı tartışmalıdır…!

Bu araştırmada, ABD ve AB ekseninde kapitalist sistemde var olduğu kabul edilen Türkiye’nin, uluslararası organizasyonlar, politikalar ve stratejiler karşısındaki konumu ve yörüngesi değerlendirilerek, Türkiye’nin ekonomik ve stratejik seçenekleri ilgili yansımalara yer verilmiştir.

Batılı küresel hızlı teknolojik gelişmelerin coğrafi sınırları güvenlik dışında anlamsız kıldığını biliyoruz. Milletler ve toplumlar arasındaki rekabet, üretim ve tüketimin denetim ile paranın kontrolü odaklı stratejilere dayalı uygulama yeteneklerini esas almaktadır. Bilgiden fikir, fikirden keşif ve icatların çok hızlı yaşandığı günümüz dünyasının ilk hedefi, devletin kendi vatandaşlarına sunduğu yaşam kalitesini artırmaktır. Bu kalite, sektörlerdeki bilgi işlem teknolojileri ile gelişmekte ve uluslararası rekabete dayanıklı, sağlam ve esnek yapıyı içermektedir.

Birleşik Amerika ile Avrupa Birliği ülkelerinin şirketlerinin uluslararası rekabete dayanıklılığının temelinde, sınırları olmayan firmaların ürün, tasarım ve lisans birliğine sahip olması ve bu birliğin her ne pahasına olursa olsun kamu finansmanlarının stratejik geniş görüşlülük ile desteklenmesidir.

Türkiye, kalkınmakta olan bir sanayi ülkesi görünümünde olup halen tarımsal üretime dayalı ihracat ekonomisi ile sanayisini finanse etmektedir. Sanayi üretiminin karı ile sanayi yatırımı yapmadığı gibi küresel ölçekte patentli ve lisanslı mamul ürün çeşitliliği sınırlıdır.





Yakın Hedef ve Uzak Hedef Vizyonu

Bütün bu ekonomik nedenlerden dolayı Türkiye, Türk Dünyası ile birlik bilinci kültür bütünü strateji üzerinde geliştirmek zorunda kalmıştır. Türkiye ile birlikte Rusya ve İran bu işbirliğinde yeterli açılım ve ortaklığı geliştiremediği için Nikolay Sergeyevich Trubetskoy ile dönemin Batı karşıtı Rus aydınlarından; P.N.Savitskiy, P.P.Suvuçinskiy, G.V. Florovskiy , G.V.Vernadskiy , N.N.Alekseyev, V.N.İlyin, Prens D. Sviatopolk-Mirski ve Erenjen Hara-Davan gibi çeşitli meslek mensubu stratejilerce 20. Yüzyılın başında geliştirilen Rus kültürü hegemonyasında ‘ a v r a s y a c l ı k ‘ Türk aydınları arasında adeta yeniden keşfedilmek istenmiştir. Fakat 1996’da ‘ Ş a n g a y B e ş l i s i ‘ adı ile kurulan ‘Shanghai Cooperation Organization-SCO ’ ile Rusya; Çin Halk Cumhuriyeti, Kazakistan, Kırgızistan Özbekistan, Tacikistan ve İran’ı ‘ d o g u b l o k’ ülkeleri olarak güvenlik ve işbirliği şemsiyesine dahil etmeyi başarmıştır. Hindistan, Moğolistan, Afganistan, Pakistan, Belarus, Sri Lanka, Türkiye ve Türkmenistan ile bu bloğun güçlendirilmesi stratejisi yakın gelecekte Rusya şemsiyesi altında, Batı karşında güçlü bir Asya’yı oluşturabilme kapasitesine sahip kılacaktır.

Türkiye fikri anlamda Avrasyaclığın içine dâhil olmadığı gibi, SCO ile işbirliğinde de geç kalmış veya Rusya-Çin vetosuna takılmıştır. Rusya ile Çin’in Türkiye’yi SCO’ya asil üye olarak kabul etmek istememesinin üç temel gerekçesi olabilir. Birincisi, Türkiye ISO Latin ülkesi konumunda olup NATO ve AB üyesidir. İkincisi, Türkiye, ‘ A d r i y a t i k’t e n Ç i n S e d d i’n e’ hinterlandı nedeniyle geniş bir kültürel etki gücüne sahiptir. Üçüncüsü ise Türk Cumhuriyetleri ve Türk Topluluklarının halen Rusya-Çin sömürgesi altında tutulmak istenmesidir.

Türkiye’nin kültür köklerinin doğu medeniyetlerin sentezinden oluştuğu inkar edilmez bir gerçektir. İslam dinini milletinin resmi dini olarak kabul etmesi ve geçmişte hilafet makamının temsilcisi statüsü nedeniyle Batı medeniyetinin alternatifi olarak görülmektedir.

Coğrafi konumundan dolayı doğu-batı enerji havza ve geçiş koridorlarına hâkim durumda olması ise hem doğuda hem de batıda gelecek için endişe verici bulunmaktadır. Türkiye’nin kendi büyük iç sorunlarının sürekli krize yol açması ve dış baskıların Hristiyanlık dünyası himayesinde Ermenistan, İsrail, Yunanistan ve Rum Toplumu kullanılarak artırılması, Türk Dünyasının kültür bütünlüğünü siyasi birliğe dönüştürme potansiyelinden kaynaklanmaktadır. Türk dünyasının Rus despotizminden kurtulması ve kısmen kendi ulus devletini bağımsız devletlere entegre etmesi Avrasya’da yeni büyük güç dengesini doğurmuştur. Türk Cumhuriyetleri kendi insan gücü potansiyelini hızla artırarak bilgi toplumu sürecine beklenenden daha kolay geçiş sağlamış ve bu geçiş süreçlerinde Türkiye’nin devlet modelinin örnek almışlardır.

Azerbaycan’ın ve Türk dünyasının ölümsüz şairi Bahtiyar Vahapzade; “ … milletlerin çıkardığı büyük adamlar, büyük fikir adamları, büyük şairler, büyük düşünürler, büyük mücadele adamları, kısır siyasi çekişmelerle uğraşmazlar. Fotoğrafın tamamını görürler ve gözlerini ufka dikerler. Bir ülkede milli birlik ve beraberlik her şeyden önemlidir. Falan parti, filan parti meselesi küçük adamların işidir. (…)Bu gün kurultayımızı yaptığımız Türkiye’yi dünya Türklüğünün merkezi biliyor, başkenti sayıyoruz.” [1] tespiti ile aslında Türk dünyasının idealini ve beklentisini ortaya koymuştur.

İçinde yaşadığımız 21.yüzyılın yeni büyük paylaşım müdahalelerine baktığımızda, sömürü kaynakları kısmen tüketilmiş Afrika’dan Ortadoğu ve Avrasya’ya yönelmiştir. Kıtalardaki medeniyetler arasında kolonyal sömürü sonrası büyük özgürlük hareketleri ile sömürüye karşı direniş savaşımlarının verildiği Doğu Türkistan, Afganistan, Pakistan, Tunus, Libya, Suriye, Lübnan, Filistin, Irak, Yemen ve Kıbrıs Türk Devleti emperyalist Batı kuşatması altında istikrarsızlaştırılarak İslam birliğine everilmeleri fiili müdahalelerle sonlandırılmıştır.

Türkiye, İran, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan ise Türk devlet geleneğine bağlı toplum yapısı ve Rusya’nın stratejik güvenlik bölgelerinde olmalarından dolayı fiili müdahalelere henüz uluslararası bir müdahaleye açık bir kaosa sürüklenememiştir. Türkiye’nin iç terör sorunu ve Suriye sınır güvenliğinin ortadan kaldırılarak İran, Irak Kürt Bölgesi, Suriye Kürt Kantonları ve İsrail’den ‘ K ı b r ı s E n e r j i H a v u z u ’na uzanan hat ile Ortadoğu enerji rezervlerinin sömürülmesindeki tek güçlü engel, şimdilik Türkiye Cumhuriyeti Devletidir.

Dünya Türklüğünün ve sömürülen ve ezilen mazlum milletlilerin Kâbe’den sonraki tek güvenli merkezi Türkiye’dir. Küresel politik güç dengeleri ile kıtalararası sömürü kartellerinin uluslararası kurum ve kuruluşlarda Türkiye’yi emperyalizmin anahtarı olarak 21.yüzyıla kadar idare etmişlerdir. Fakat 21.yüzyılın Türk-İslam birliği ve bütünlüğüne dönüşümünde Türkiye’nin gücü ve etkisinden hem Vatikan, hem Yahudi diasporaları hem de Rusya Federasyonu ürkmüştür. Yüzyıllardır sömürge yaptıkları mazlum ve ezilen milletlerin İslam potasında uyandırılmaları politikalarından aşırı rahatsızlık duymuşlar ve ve 21.yüzyıl haçlı seferleri ile dünyadaki bütün İslam millet ve toplumlarına karşı kendi içlerinden silalı düşman birlikleri ve ayrılıkçıları kurarak desteklemeye başlamışlardır.

25 yıl içerisinde modern Türkiye’nin büyük kültü coğrafyasındaki çağdaş atılımlarla karşı karşıya gelmiş olmaları, ‘ İ s l a m s ı z D ü n y a ‘ ütopyasından sonra, ‘ T ü r k s ü z T ü r k i y e’ stratejini uygulamaya sokmuştur. Türkiye’nin; Kürt, Ermeni ve Rum talepleri ile uluslararası hukuk kullanılarak güçsüzleştirilmesi için Yahudiler ve Hristiyanlar ittifakla mücadele etmektedirler ve bu mücadele hem demokrasi hem de insan hakları zeminine dayandırılmak suretiyle meşrulaştırılmaktadır.

Bilinmektedir ki, Türk kimliği dünya Türklüğü için ortak bilinç ve birleştirici manevi kuvvettir. Türkiye, batılı kurum ve kuruluşlara uluslararası hukuk normları gereği bağlaşık ve yarı bütünleşik olduğundan dolayı Avrasya ve doğal olarak Rusya-Çin eksenindeki siyasi ve stratejik örgütlenmelere tam bağımsız bir statü ile katılım teklifi verememektedir. Ne batılı, ne doğulu ne de Avrasyalı olabilme manevralarını yönetebilen Türkiye’nin stratejik konumu Batı medeniyeti tarafından belirlenmiştir. Türkiye, Türk-İslam Birliği’nin önderi ve temsilcisidir. Ancak ekonomik imkânları kısıtlı olduğu için Batı’ya, batılı finans, üretim ve tüketim sektörlerine mahkûm edilmiştir.

Bütün bu stratejik kısıtlılığa rağmen “… Türk toplumlarında birbirleri arasında yardımlaşmayı ve dayanışmayı sağlayan, yazlı olmayan bir toplumsal sözleşme vardır. Paylaşma, ekonomik yapıyı, kültür alış-verişini, dolayısıyla toplumsal dokuyu bir arada tutan ve kültürün yeni kuşaklara taşınmasında köprü görevi gören bir tutkal niteliğindedir. Özellikle Türk toplumlarının geleneğinden gelen tasavvuf kültürü ile yoğrulmuş son derece zengin bir alt yapısı vardır. (…) 13. yüz yılda dünyaya sergilenen ahilik ve lonca birlikleri bu günkü dünyaya örnek olacak niteliktedir. (…) Bu nedenle, Türk devletleri, kendi öz kültüründen gelen ve bu gün bütün dünyanın hayranlık duyduğu büyük Türk-İslam mutasavvıflarının öğretilerini günüz dünyasına taşımalı ve ekonomik kalkınmayı bu öğretilerle desteklemelidir.” [2]

‘T ü r k D ü n y a s ı B i r l i ğ i i d e o l o j i s i,’ Kızılelma veya ‘ p a n-T ü r k i z m-T u r a n c ı l ı k’ adına olmasa da, Türkiye ile Türk dünyası toplumlarının dayanışma ve etkileşim programlarını uzun yıllar Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı-TİKA ile Türk Kültürleri ve Sanatları Ortak Yönetimi-TÜRKSOY teşkilatları gerçekleştirmiştir. Türkiye; TRT AVAZ ile toplumlarının kültür mirasını ve anlık canlı kültür ögelerini küresel tanıtıma başlamış ve böylece, dünyanın neresinde olursa olsun Türkler kendi kültür unsurlarını, dillerini, dinlerini, sanatlarını, folklorlarını, toplantı, kurultay, konferans ve bilimsel faaliyetleri günlük ve anlık olarak öğrenme ve gerektiğinde katılım sağlama kapasitesine ulaşmışlardır. Bu etkisiz fakat bilinçli oluşum ve programlar, Türkiye’yi Avrasya’nın lider gücü konumuna yükseltebilecek potansiyeli içerdiğinden hem Rusya ve Çin hem de Avrupa Birliği ve ABD, Türkiye’nin uydu devlet konumunu korumak istemektedirler. Buna rağmen Türk cumhuriyetleri devlet ve siyasal model olarak Türkiye’yi sürekli kendi yanında ortak devlet olarak kabul etme karalılığında olmuştur.

Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev ile Türkiye Başbakanı Süleyman Demirel’in ortak kararı ile 6 Mayıs 1991 tarihinde kurulan Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, kapılarını bilimsel yükseköğrenim yapmak isteyen yoksul Türk dünyası gençliğine açmış ve Türk dünyası yoksul gençliği için sağladığı burs ve kontenjanlarla hem bilimin hem de kültürün buluşma noktası olarak ihtiyaç duyulan köprüleri kurmayı başarmıştır.

1994’te kurulan Türk-Türkmen Üniversitesi, Azerbaycan Özel Kafkas Üniversitesi, Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi, Türk-Özbek İş Konseyi, 30'un üzerinde kültür merkezi ile 2009 yılında faaliyetlerine başlayan Yunus Emre Enstitüsü, Türk Dünyası Toplukları, üniversitelerin Türk Dünyası Araştırmaları enstitüleri, sivil platformlar, vakıflar ve dernekler kültürel ve bilimsel birlik için faaliyetlerini sürdürmektedirler.

Devlet ve hükümet karalarını yansıtan Türkçe Konuşan Ülkeler Parlamentolar Arası Birliği-TÜRKPA, Türk Dilli Ülkelerin Milli Kütüphane Başkanları Konferansı, Avrasya Kütüphaneler Asamblesi ve Türk Dünyası İşadamları Vakfı ve Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı gibi kuruluş ve organizasyonların birlik bilincini küresel işbirlikleri ve rekabetine hazırlıyor olmaları elbette önemlidir. Küresel rekabet için hizmetlerin ve sektörlerin kalite ve verimliliği askeri güvenlik stratejileri ile örtüşmüştür. Artık her sektör birbirini tamamlayan süreçlerle devleti dengede tutarak milleti ve toplumları istikralı ve demokratik rejimlerle yönetmek kapasitesine odaklanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularında da Türk Dünyası kültür birliği ideolojisi daima var olmuştur. Özellikle Atatürk’ün; “… Türk birliğinin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. (…) Dil bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve lafların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. (…) Türkiye dışında kalmış olan Türkler, ilkin kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler. Nitekim biz Türklük davasını böyle bir müspet ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz.” [3] tespitleri ve ülküsü Türk Cumhuriyeti’nin uzak ve yakın hedeflerini devlet politikası ile uyumlu tutuğunu göstermektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu tutumu karşısında özellikle Rusya ve Avrupa Birliği’nin tedirginlik duyarak yen büyük kriz organizasyonları kurgulamaları küresel rekabetin doğal gereğidir. Ancak insani ve ahlaki boyutu İslam dininin ilkleri dışında kalabilir. Türkiye hem İslami hem de haçlı kurallarına göre oyunu ne kurulayabiliyor ne de oynama başarısı gösterebiliyor…!

Küreselleşme emperyalizm için kaynakların denetimli sömürüsü politikasıdır. Türkiye ve üçüncü dünya ülkelerinin küreselleşmedeki rolleri, itaat ve sömürü için gereken insan gücüdür. AB asimilasyonu reddedemez. Kültürel geçişler ve intibaklar özgürlüğü ile intisaplara ait hukuki karaları kartellerin belirlemesi evrensel bir ‘ d ü n y a v a t a n d a ş l ı ğ ı’ tabiiyetinin bütün din ve ırklarca benimsetilmesi AB ile ABD’nin ütopyasıdır. Bilgi ve iletişim çağının toplumsal etkileşim dinamikleri noktalarından bakıldığında, ulusal kültür bütünü olgusunun, ABD ve Avrupa Birliği toplum ve milletlerinde ortak ulusal değeler birliği oluşturduğunu tespit edebiliriz. Bu değerler birliğine dayalı karteller sistemi, dolar ‘ $ ‘ ve ‘£ ‘euro para birimleri ile küresel ekonomik denetimi ve yaptırımları kolaylıkla uygulayabilmektedir.

Bu ütopyaya aykırı temayüller gösteren ve özgürlükleri küresel güç odaklarının sömürü sistemine uyumsuz olarak belirleyen her güç, oluşum, parti veya rejim cezalandırılmaktadır. Ve sisteme aykırı alternatif faaliyetler gerçekleştiren her oluşum, bedelini öder.

Bu durum bazı sosyal bilim uzmanlarınca ‘u l u s ö t e s i t a s a r ı m l a r’ olarak nitelendirmektedir. Sınırların sembolik değeler taşıdığı ve müdahalelerin ürünler ve kitle iletişim araçları ile yapıldığı küresel rekabette ‘ i s t i k b a l i n g ö k l e r d e o l d u ğ u’ birinci dünya savaşında anlaşılmıştı.

Yeryüzünün denetimini beş ülke ile ortak olarak yapan ABD ile Avrupa Birliği İran ile yakın işbirliğini İsrail’e rağmen değil, İsrail-İran anlaşmaları kapsamında Kafkasya ve Orta Asya’ya doğru derinleştirmektedir. Bu derinlik ‘ B ü y ü k Ş i a’ ile Ortadoğu’dan Uzakdoğu’ya ve Hindistan’a kadar uzanmaktadır.

Avrasya bloğundaki beş Türk ülkesi ise Sünni olup, din devleti değil kültür ve medeniyet devleti karakteri ile Rusya ve Türkiye’ye yakın durmaktadır. Bu nedenle Avrasya’da sürekli yeni değişik ittifaklar kurulmakta ve yeni küresel stratejiler geliştirilmektedir. 2007 yılından sonra başlayan ABD ve İran arasında nükleer silah görüşmeleri, 2015 yılında Asya ve Ortadoğu’nun parselasyonundaki karşılıklı anlayış ve iyi niyetle sonlandırılmak istenmektedir. Rusya’nın ‘ İ s l a m K o n f r a s ı T e ş k i l a t ı’na üyeliği (!) stratejisine kadar çok boyutlu hamlelerle ilerleyen küresel oyunda Türkiye, ne Avrupa Birliğine üye olabilmiş ne de Kıbrıs, Kuzey Irak, Ege Adaları ve Akdeniz Enerji Havzası konularında kendi lehine yeni ittifaklar kurabilmiştir… Gerçekten de Türkiye hem Ortadoğu’da hem de Avrasya’da ABD ve Avrupa tarafından yalnızlığa mahkûm edilmiştir.

Yine de ‘t r a n s k a f k a s y a d o ğ a l g a z b o r u h a t t ı’ fiyaskosundan sonra, Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi-T A N A P ile coğrafi konumu kuvvetlendirmekte kararlılık gösterebilmiş ve Türkmenistan’ın enerji rezervlerinin bu hatta bağlanması için Rusya ve İran’ın inisiyatifi beklenmektedir.

Türkiye’nin kurduğu kültür köprülerinin ekonomik ve stratejik limanlara bağlanması süreci belki 2071’i bulur fakat Azerbaycan-Türkiye arasında hala vize uygulamasının kaldırılmamış olması da göstermektedir ki, dil ve din ile kurulan köprü, henüz siyasal ve ekonomik ortak dengeleri tam olarak kuramamıştır.

Avrupa kültür alanındaki birlik süreçlerinin gelişiminin Türkler için bir model olma ihtimali yoktur. Ortak kültür değerleri Hristiyanlık olsa bile, ortak medeniyetleri eski Yunan ve Roma medeniyetine dayansa da, ISO Latin alfabe ve dil benzerliği olsa da Avrupa kültür bütünü her şeyden önce, kar ve zarar ölçümüne dayalı ‘u z l a ş m a ve p a y l a ş m a’ birliğidir. Örneğin Belçika’daki iki farklı kültürün tek devlette korunması ile Çek ve Slovakların ayrı devletle bölünmesi bir uzlaşma ve paylaşma kültürünü göstermektedir. İspanya’daki Bask bölgesi ile Bosna Hersek’in üç farklı dini ve etnik gruba bölünerek Sırp, Hırvat ve Boşnak olarak federasyonlaştırılması ise homojen bir kültür ve kimlik birliğinin olmamasına somut örnektir. Bu nedenle Avrupa kültür bütünü, Türk Dünyası kültür ütünü stratejine uygun değildir. Çünkü Türk Dünyası ülküsü, sınırların, gümrüklerin ve vizelerin kaldırılarak ortak bayrak altında ortak ilkelerle veya kriterle birliği esas almıyor. Her Türk ülkesi ve toplumunun kültür ve stratejik ortaklığını içeriyor.

BM Pembe Dizisi: Medeniyetler İttifakı ve Kültürlerarası Uzlaşma

Türkiye ile Türk dünyasında iç ve dış güvenlik konusunda ortak işbirliği yaklaşımları konusunda yeterli deneyim mevcut mudur? ABD ve Avrupa ile kurulmuş olan güvenlik işbirliklerinin bünyesindeki ihlaller ve ihmaller konusunda Türkiye’nin 1300 yılından günümüze devlet ve toplum deneyimleri mevcuttur. Türkiye’nin bir Ortadoğu ülkesi olmadığı, aynı zamanda bir Avrupa bağlaşığı da olmadığı bilinmektedir. Türkiye kültürü ile küresel bağlantıları olan ve farklı coğrafyalarla işbirliği yapmak mecburiyeti bulunan bir ülkedir. Bu nedenle yalnızca Avrasya ile değil İslami referansların uzandığı Afrika ve Uzak Asya ile kültürel işbirliğinin ötesinde güvenlik işbirliğini de öncelemesi şarttır. Türkiye’nin; İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya, Mısır ve Nijerya ile D e v e l o p i n g E i g h t-D8 adı ile kurmak istediği işbirliğinin temel gerekçesi ‘ k ü r e s e l y a n l ı z l ı ğ ı l ı ğ ı d ı r.’ Türkiye, doğu ve batı ekseninde kendi medeniyet kökleri üzerinde durma mücadelesinde yalnız kalmıştır. 1923 Lozan Antlaşması’ndaki esas tutum ve kararlılık, güvenlik alanında yaşanmış ve devletin varlık nedeni güvenlik ideolojinin üzerine inşa edilmiştir. Batı medeniyeti ile uzlaşarak Batı’ya karşı güvenlikli kalmak bir tercih olsa da, 2000’li yıllardan sonraki hükümetlerin dış politika uygulamaları kürese ve bölgesel gelişmelere ortak olma iradesini ortaya koymuştur. ‘Batı ve İslam dünyası arasındaki medeniyetler arası uyuşmazlık ve sürtüşmelerinin politik baskılardan kaynaklandığı’ tezi doğrultusunda, Müslüman milletler ile Hristiyan milletler arasındaki din gerekçeli çatışmaların durdurulması için Birleşmiş Milletler himayesinde toplantılarını sürdürmektedir. Ancak, bu sürecin ‘V a t i k a n’ tarafından zehirlenmekte olduğu da ayrı bir gerçektir. Son 15 yılın Türkiye hükümetlerinin ‘ y u r t t a b a r ı ş d ü n y a d a b a r ı ş’ ulusal dış politika ilkesini Batı medeniyetine başarı ile kanıksattığından bahsetmek mümkün değildir. ‘Yeni Osmanlıcılık ve Yeni Türkiyecilikle’ hem ülke içinde hem de küresel ölçekte ‘iç ve dış barışa’ müdahillik, umulanın aksine ‘ k o m ş u l a r l a s ı f ı r s o r u n’ stratejisi ile ‘ neo ottoman’ politikaları, hem ülkenin iç yapısındaki homojenlik yetersizliğine hem de büyük ekonomik ve stratejik rekabeti gerektiren ağır sanayi yetersizliğine rağmen temsil edilmek istenmiştir. Ancak, bu temsil etme hevesinden dolayı Mısır, Suriye, Libya, Irak, iran, Fas, Tunus, Cezayir ve Yemen’i kaybetmiştir. İslam İşbirliği Teşkilatı-The Organisation of Islamic Cooperation ile Arap Birliği-Arab League-Jami‘at ad-Duwal al-‘Arabiyya Türkiye’nin ‘ yeni Osmanlıcılık’ ideolojisine dayalı dış politik temsil ve ritüelleri önemsememiştir. Türkiye’nin NATO’dan kaynaklanan askeri gücünün kırılması, kurucu esas unsur ‘T ü r k K i m l i ğ i’nin dejenerasyonundan sonra yeniden yurttaşlık esasına dayalı bir devlet-millet bütünleşmesinin sağlanması kolay bir geçiş süreci olmasa gerek. Türkiye iç jeopolitik sorunlarını aşmadan dış jeopolitik kurgusunu güvenli eksenlere taşıyabilecek homejen dirençliliğe sahip midir? Henüz bu durum test edilmiş değildir. İç bütünlüğün eğitim ve kültür bütünlüğünde ayırttırılması Türkiye coğrafyasını ortak vatan olmaktan çıkarabilecek riskleri taşımaktadır. Küresel medeniyetler ittifakı girişimleri ile Panislamizm’in Sünni bütünlüğüne ise Birleşmiş Milletlerin veto hakkına sahip ülkelerce izin verilme ihtimali şimdilik mümkün görünmemektedir. Esasen NATO ve ‘United Nations’ İkinci dünya Savaşı’na katılan ABD müttefiklerinin güvenliğini sağlamak üzere kurulmuştur.

Avrasyacılık, Türk-İslam Birliği Ülküsü ve Rusya

Gerek kültürlerarası uzlaşma girişimleri gerekse uluslararası organizasyonlarla kurulan ittifakların Türkiye ve Türk Dünyası için uzun vadede eşit ortaklığa kapı açmayacağı ve karar ve süreçlerde görüş ve onayı alınmayacağı bilinmektedir.

Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik mücadelesine harcadığı zaman emeği Avrasya Birliği için harcaması ve Rusya ile karşılıklı mutabakata dayalı ortaklıklar, Türkiye için yeni büyük bir atılım ve stratejik güç birliğini hızlandırabilir miydi..? r Rusya yeni güvenilir müttefik olarak Kafkasya ve Çeçen direnişinde Türkiye’yi anlaşma masasına davet etme cesaret ve becerisin gösterebilseydi, Avrasya’nın da temelini atabilecek en sağlam adımı atabilirdi. Ancak, Rusya’nın yeniden Kafkasya2yı kontrol altına alarak Karadeniz’de güçlenmesi Türkiye’nin emperyalist Batı tarafından kuşatılmasını hızlandırmıştır. Türkiye, Akdeniz’de, Kafkasya’da, Ortadoğu’da ve Avrupa’da halen kuşatma altındadır. Tek sağlam seçenek ise Avrasya Birliği olup, Rusya’nın eşit ortaklığa dayalı teklifini beklemektedir. Zira, Türkiye hem Rusya’nın, hem İran’ın hem de Türk-İslam dünyasının cephe ülkesidir. Türkiye’nin kuşatılması ve kolonileştirilmesi, tüm doğuyu çok derinden sarsabilecek fiili durumlara yol açabilecektir.

Avrasya Birliği için yansıyan öngörülerin uygulama zemini Rusya-Kazakistan ittifakı ile başarılmıştır. Küresel analizlerde, “21 yüzyıl güç dengesi Avrupa’dan Asya’ya doğru kaymaktadır. Dünyanın en büyük pazarı, aynı zamanda tüketim merkezi, enerji talebi vb. etkenlere bağlı olarak Asya'nın artan önemi ortadadır. Enerji ekseninde hem talep alanı, hem de üretim sahası olarak (Hazar ve çevresi) Avrasya coğrafyasının Asya’ya everildiği ortadadır.” [4]

Türkiye’nin bu birlik içerisindeki rolü sanılanın aksine tam bir lokomotif etkisi yaparak sektörlerin üst kalite ve evrensel standartlarda verimli olmasına önderlik edebilir. Rusya’nın tedirginliğine rağmen Kazakistan’ın Türk cumhuriyetlerinin hak ve hukuklarını koruma misyonu övülmeye değer bir tutarlılık göstermektedir. Rusya’nın Kafkaslardaki ileri karakolu konumundaki Ermenistan’ın Rusya tarafından güdülenerek kullanılması karşısında Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan ve Kırgızistan arasındaki eş güdümün daha da kuvvetlendirilmesi için Türkiye ve İslam dünyasının zengin ülkeleri Avrasya Birliği oluşumunda Türk dünyasını finanse etmelidir. Asya’nın güvenliği ve 22. Yüzyıla emperyalizmin sömürü ağlarına düşmeden geçiş yapmaları ciddi ittifak dayanışmaları ile mümkün olacaktır. Nitekim bu konuda Nursultan Nazarbayev’in tespiti çok vurucudur: “…Bizler (Orta Asya Ülkeleri) ya dünya devlerine doğal kaynak ve enerji sağlayıcı ülkeler olarak bir sonraki emperyalizm dönemini bekleyeceğiz ya da Orta Asya’nın entegrasyonunu gerçekleştireceğiz (…)Dünyanın bölgemize saygı ile bakışı ancak Avrasya entegrasyonu ile sağlanabilir. Bu entegrasyon sayesinde bölgemizi terör ve ayrılıkçıların zararlarından koruyabiliriz. Böyle bir birliktelik bölgemizde yaşayan bütün bireylerin tek tek refah seviyelerini yükseltecektir” [5]

Rusya’nın doğu-batı medeniyetindeki yeni küresel kimlik arayışının ‘A v r a s y a c ı l ı k ’ adı ile ifade edildiğine yüzlerce yayın ve bilimsel araştırma yapılmıştır. Emperyalizmin dünya çapındaki örgütlü sömürüsüne dayalı ‘ Y e n i D ün y a D ü z e n i’ ne karşı, Mir Said Sultan Galiyev’in, 1919-1924 yılları arasında öne sürdüğü ‘ezilenlerin ve sömürülenlerin ulusal sosyalizmi ve sömürülen ulusların eşit temsiline dayalı ortaklığı ya da müttefikliği’ teorisinin, Rus aydınlarınca pratiğe dönüştürülmesidir. Asya, Afrika ve tüm Doğu'nun emperyalist ve sömürgeci etkenlerden kurtulup kendi kaynakları ile zenginleşerek yeni bir küresel denge yaratması üzerine kurgulanan Avrasyacılığı Kırgız Yazar Cengiz Aytmatov 21. Yüzyıl geleceğinin en somut senaryosu olarak değerlendirmiştir. Aytmatov, “…Ülkelerimizi birleştiren bu olağanüstü fikri her birimiz kendi ülkelerimizde desteklemekle mükellefiz çünkü bu bizim geleceğimizdir” [6] tespitinde bulunarak Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığını ve eşitliğini, kendi doğal coğrafyası ve tarihi kültürünün üzerindeki müttefikliklerde gördüğünü bildirmektedir.

Bana göre; Galiyev ve Dugin stratejisinin ötesinde Rusya tarafından sürdürülen ‘R u s A v r a s y a c ı l ı ğ ı ile Türk-İslam A v r a s y a c l ı ğ ı’ nın örtülü bir mücadelesidir, Avrasyacılık tartışma stratejileri. Türklerin kendi yer altı ve yer üstü zenginlikleri ile İslam ülkelerinin zenginliklerini birleştirmelerinin denetim altına alınarak Rusya, Çin, İran ve Hindistan tarafından frenlenmesi konusunda şüpheler mevcuttur. Yine de tüm bu şüphelerle birlikte Rusya’nın Müslüman nüfusu ile Hindistan’ın Müslüman nüfusu ister istemez Türk-İslam Avrasyacılığı stratejilerine meyledecektir. Aslında Rusya’nın geleceği kaçınılmaz olarak ‘P a n s l a v i z m ve R u s O r t o d o k s’ emperyal siyasetinden hızla uzaklaşmasına bağlıdır. Bu büyük gücü ile AB’ye entegrasyonu hiç mümkün olmadığı gibi, içeresindeki Müslüman Sünni nüfus ile AB tarafından sürekli küçültülerek hazmedilmesi politikası daha gerçekçidir. Nitekim, Balkanlar ve Ukrayna ile Gürcistan AB için doğal müttefik iken, Kırım’ın ilhakı konusunda ne ABD, ne de AB’nden fazla bir ses çıkmamıştır. Çünkü Kırım’ın nüfusun % 20’ye yakını Müslüman Tatar Türklüğünden oluşmaktadır. Avrupa ise Müslümanları sömürülecek ve emekçi olarak çalıştırılacak eski müstemlekeler olarak mümkün olduğunca demokrasi, insan hakları ve bilgi toplumu medeniyetinden uzak tutmak çabasındadır. Çünkü ‘ islami terör’ kavramı ile ‘ terörist cihatçılar’ kavramını bizzat ABD ve AB üretmiştir. Hristiyanlığın karşısına Müslümanlığı alternatif din olarak koyma cesaretini göstermediğinden ve dünyada İslamiyet’in hızla yayılmasından büyük kartel tröstlerin rahatsız olması sonucunda emperyalizm ‘islamofobi’yi icat etmiştir. Küresel medya ise zaten icat edenlerin ortak kararına dayalı propagandasına mahkûm kuruluşlardır. Ancak, gerçek her zaman yalanı ve fitneyi yok eder. Bu doğal ve ilahi bir yasadır.

Türkiye’nin Avrasyacılık serüveni tahlil edildiğinde “…Atatürk çağından itibaren Türkiye, güçlü milli şuuruna sahiptir. Türk millet, devletini çok yüksek ve az kaldı salt bir değer olarak kabul eder. Bu devlet ise bölge çapında bağımsız ve güçlü rolü oynamağa çalışır. Bu demektir ki, jeopolitik seçime yapılan siyasi iradenin tarihi ve manevi yatırımları, bir de Atlantikçilik ile Avrasyacılık kuvvet çizgileri arasında denge sağlanmak üzere gösterilen çabalar çok büyüktür. (…)Türkiye’nin ana fikiri ve özü, devlet kavramının saltlaşması üzerinde esaslandırılmıştır. Atatürk’ten sonra Türkiye, ulusal bir devlet olarak Türkler için her şeydir ve her şeyden daha fazladır. (…)Ankara, yeni oluşmuş jeopolitik sisteminin meydan okumalarına aktif olarak cevap vermeyi çalışıyor, kesin atlantikçi seçiminden vazgeçiyor, daha önce uygulanan Rus karşıtı olan senaryoları daraltıyor veya durduruyor, yeni dünyada kendi yeni yerini belirtmeğe çalışıyor, yeni Avrasya’ya yeni gözlerle bakıyor, yeni şartlarda Rusya ile işbirliğinin yeni şekillerini arıyor. (…) Avrasyacılık, daha tüm ana oyuncuların (Moskova’nın, Tehran’ın, Brüksel’in, Arap ülkelerinin) resmi bir stratejisi olmamıştır. Ama her şey yavaş yavaş bu istikamete gidiyor.” [7]

Sonuç

Küresel kapitalizm, Türkiye, İran ve Rusya’yı ambargo altında tutarak küçük sömürülebilir parçalara ayırma savaşında zaferler kazanmaktadır. Ancak, her kazanılan zaferin birçok büyük bedeli olduğundan, ABD ve AB ekonomisi, 2000’li yılları krizlerle boğuşarak geçirmiştir. Sömürü sahaları daraldıkça, iç krizlerin dış savaşlara dönüşme ihtimali çok kuvvetlidir.

1970’li yıllardan beri Türkiye, devlet yapısına yönelik iç ve dış saldırılara karşı çevre ülkelerde açılan yeni cephelerle varlığının jeopolitiğini emperyalist sömürü sitemine adeta dayatmaktadır. Bu bir korunma stratejidir ve doğal olarak riskleri büyüktür. Aynı durumu İran’da görmekteyiz. İran kendi Şia hinterlandını çevre ülkelerde ayaklandırarak devletinin birlik ve bütünlüğüne yönelik müdahaleleri, baskı ve ambargoları kendi hinterlandını feda ederek kırma mücadelesini sürdürmektedir.

Rusya ise daha akılcı davranarak, Avrasya Ekonomik Birliğini ve Şangay İşbirliği Örgütü’nü kurup kendi emperyalizmini, tüm doğunun beğenisine açmıştır. Gerçekten de büyük bir hamledir. Sömürüsünden koparılarak Batı’ya teslim etmek zorunda kaldıkları ülkelerin yerine, Doğu’da sömürüsünden kaçıp kurtulma çabası veren ülke ve toplulukları iç ve dış tehdit olmaktan çıkarmak çabasındadır ve kısmen bu çaba sonuç vermeye başlamıştır.

Avrasya Birliği oluşumunda ve stratejilerinde her ülkenin menfaatleri, ulusal politikalara ve ikili anlaşmalara yansıyacaktır. Türkiye ve Türk Dünyası, bütün bu gelişmelerin içerisinde kendi rolünü kendi yazma gücünü göstermek zorundadır. Aksi takdirde ‘ Adriyatik’ten Çin Seddi’ne ve Türk-İslam Avrasya Birliği’ ülküsü, 21.yüzyılın hayali olarak bilgi ve belge ortamlarındaki ‘fikirler ve ütopyalar tarihi’ ne kayıtlanacaktır. Türkiye’nin yönünü 1923’te Avrupa’ya odaklamış olması, 2023’te Avrasya ile ekonomik ve stratejik bütünlüğe yönelmesine engel değildir. Yeter ki, Rusya ve Çin ile, gerektiğinde Hindistan ve Japonya ile kendi kültür bütünü temsil kabiliyetine ve gücüne ulaşma atılımlarını başarabilsin.
















[1] Çetin, Nurullah, “ Bahtiyar Vahapzade'ye Göre Türk Birliğinin Kültürel Zemini,” Erdem özel sayı 57, 2010, 35 – 50 s.

[2] Gürel Altıok, Pınar, “ Türkiye İle türk cumhuriyetleri Arasında Ekonomik İlişkilerin GeliştirilmesindeGirişimciler Üzerinde Kültür Birliği Vurgusunun Önemine İlişkin Bir değerlendirme” / Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi Tebliğleri, Türk Dünyası araştırmaları Vakfı, 2011, 2. C., 81.s.
[3] Kılıç, Selâmi, “Atatürk''ün Büyük Özlemi Türk Dünyası''nda Kültür Birliği,” Atatürk Dergisi, 2000, s 1, 53 – 60. s.
[4] http://www.aljazeera.com.tr/gorus/yeni-guc-alani-avrasya-birligi-ve-turkiye (15 Haziran 2014)
[5] Kaplan, Selçuk, “Nursultan Nazarbayev’in Avrasya Entegrasyonu Politikası,” Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları Dergisi, 2014, (ISSN: 2147-0626) (DOI: 10.7596/taksad.v3i3.365)
[6] Kaplan, Selçuk / A.g. m.
[7] Dugin, Alexander: http://4pt.su/tr/content/t%C3%BCrkiye%E2%80%99nin-avrasyac%C4%B1l%C4%B1k-stratejisi (The Fourth Political Theory)

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,69 M - Bugn : 33830

ulkucudunya@ulkucudunya.com